Mehmed Akif’te mefhumlar ve doğrular tektir. Söz verdi mi, onu mutlaka yerine getirecektir. Mehmet Akif, sözünü yerine getirmemeyi “namusa mugayir’ sayar, diyor Mithat Cemal Kuntay.
Akif, Meşrutiyetin ilk senelerinde, bir cuma günü Midhat Cemal’le sözleşir. Akif, Kuntay’ın Çapa’daki evine gidecektir. O gün çok kar yağar.
Arabalar, tramvay, tren ve vapur, hava şartlarından işlemez. Sütçü ve ekmekçiler, kar ve tipiden dışarı çıkıp, dağıtım yapamaz. Vakit öğle olmuştur ve ekmekçiler hâlâ, ortada gözükmemektedir.
Derken kapı çalar: Midhat Cemal, karşısında Akif i görür. Büyük şairin bıyığının yarısı donmuştur. Midhat Cemal. Akif in kar ve tipiye rağmen, Beşiktaş’tan Çapa’ya nasıl geldiğini merak eder. O, bu mesafeyi yürüyerek kat etmiştir. Midhat Cemal. Akif in bu havada yürüyerek oraya gelmesine, hayret eder. Akif ise, arkadaşının hayretine şaşırır. Akif: “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lâzımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” cevabı üzerine;
Midhat Cemal, daha da şaşırır ve: “İnsanların birbirlerine verdikleri sözün, bu kadar korkunç bir şey olması beni ürküttü.” der ve ardından Akif’e esprili bir cevap verir: “Akif. Sen eğer verilen sözün manasını bu türlü anlıyorsan, bana izin ver de ben bu türlü anlamayayım. Benim verdiğim sözün, şiddetli bir lodosa bile tahammülü yoktur.”
Hatta bu söz vermedeki hassasiyetini gören Mithat Cemal, sonraki tarihlerde ona söz vermekten çekinir.
Ne demişler; “Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağzından çıktıktan sonra sonra sen onun esiri olursun.”
Muhit Dergi’sinin 4.sayısında özellikle “vefa” dosyasındaki yazıları okumanızı tavsiye ediyorum.